30 Aralık 2009 Çarşamba

Türev

kusursuz kurguların
kurgusuz yarınların
yarınsız anların
ve anısız dünlerine dair
yanıtsız soruların
sorusuz bakışların
ve sorunsuz başkalarına göre...
başkalarında varoluşların
ve müphem oluşun kendinde
kendini buluşların
buluşmaksızın kayboluşların
ve bulutsuz göklere dair
kanıtsız masalların
masalsız uykuların
ve sonunda kabusların yine...
kayıtsız inançların
inançsız hafifliğin
ve ağırlığı yaşamın belki de...
yargısız sevişlerin
sevişmesiz ilişkilerin
ilişiksiz sevgilerin
ve yasaklı kadınlığın yine...



yasaksız elmanın
elmasız cennetin
cennetsiz kadının
kadınsız erkeğin
ve günah kaçınılmaz belki de...


12 Ekim 2009 Pazartesi

Obama barışmadan kaptı Nobel'i...

Nobel Barış Ödülü Obama'nın.Açıklama ise şöyle:
"for his extraordinary efforts to strengthen international diplomacy and cooperation between peoples"
Obama başkan adayı olduğunda sadece zenci olması sebebiyle bile değişim potansiyeli taşıyan politik bir duruş sergilemiş ve mizacıyla beni heyecanlandırmıştı.Bush yönetimi aracılığıyla muhafazakarlık çarkına sokulan Amerika ve dolayısıyla dünya sonrasında muhafazakarların galibiyeti istediğim son şeydi.Bu yüzden muhafazar McKein'in karşısında yer alan adayın galibiyeti,söz konusu kapitalizmin tanrısı bir ülke olduğundan,benim için kötünün iyisi olarak nitelendireceğim bir sonuçtu;dolayısıyla Obama...
Ve Obama seçildi.Seçim çalışmaları sırasında estirdiği hava hakkaten havada kaldı;yeryüzüne inemedi.Afganistan'a gönderilmeyi bekleyen askerleriyle,Guantanamo'da süregelen vahşete dur demeyişiyle vs. Bush'dan teslim aldığı bayrağı taşımaya devam etti.
Tüm bunlara rağmen barış ikonu Obama olunca nedendir diye düşünüyor insan.Her şeyin mantıklı bir açıklaması olmayadabilir elbette ama yine de yanıt arıyorum işte kendi kendime.Yalnızca seçim çalışmaları sırasında insanların üzerinde yarattığı barış beklentisi sebebiyle bu ödüle layık görülmüş olabileceğini düşünüyorum ama sonra açıklamaya takılıyor gözüm ve yok artık daha neler demekten kendimi alamıyorum.
Obama da bu ödülü hakedecek bir faaliyette bulunmadığını düşünüyor olacak ki ödülün kendisine verilişini bir teşvik olarak gördüğünü belirtmiş.
Ne diyeyim,umarım ödül Obama'nın unuttuğu vaadleri hatırlatmak adına verilmiştir ve umarım Obama barış adına hareket etmek için daha fazla gecikmez.



Artı Parantez:Aslında Nobel Ödülleri üzerine de bir tartışma yapmak mümkün.Özellikle Fikret Başkaya'nın bu ödülle ilgili düşünceleri beni epeyce düşünmeye sevketmiştir.Okuyun derim.

10 Ekim 2009 Cumartesi

üç nokta

uzaklaşmaya çeyrek var şimdi
çeyreğindeyim özlemin
yarım bırakmadan git sen
tamamlanmasın cümlelerin
sonra,
sonra gel yine...
geride bıraktığın
bir,iki,üç nokta
dokunuşunla omzuma
azalsın,
azalsın ki mutluluk dediğin
ki bir süreçtir aslında
bir,iki,üç gün ise
sunulan şanstır hayata
dokunuşunla ruhuma
çoğalsın,
çoğalsın ki aşk dediğin
ki bir seferdir yalnızca
öyle bir sefer ki
şanslar erişir mutluluğa...

8 Eylül 2009 Salı

bir dost tavsiyesi

Bugün bir dostumun aracılığıyla keşfettiğim bir sesten bahsetmek istiyorum sizlere;Jehan Barbur'dan.
Öyle sakin,öyle huzur verici bir ses ki dostumun uzun bir süredir ısrarla adını zikrediyor oluşunu şimdi anlayabiliyorum.Şarkılarının sözleri oldukça derin;insana kör kuyuların dibindeymiş hissiyatını verebilecek kadar derin...Jehan gibi kendine özgü,bir şeye benzemekten ya da benzetilmekten uzak tutabildiğim her şeyi çok değerli buluyorum.Her ne kadar sakat bir düşünce olsa da şarkıları dinlerken bu sözleri yazmış olmayı isterdim diye hayıflandığımı itiraf ediyorum;o kadar dokundu ruhuma,tercüman oldu toparlayamadığım öyküme...
Sözün özü,beni Jehan Barbur'la tanıştıran dostuma teşekkür ediyorum ve sizin bu yazıdan çıkarmanız gereken sonucu algılamış olduğunuzu düşünerek,fazladan gevezelik etmeden noktayı Jehan Barbur'dan küçük bir alıntı ile koyuyorum:


"kalabalık bir sokak belki hayat / sen her köşe başı"




3 Eylül 2009 Perşembe

deliliğe bir övgü de benden



Gecikmeli olsa da,"şizofren" şovalye olarak tanıdığım Don Kişotla tanıştım.
Acayip kıskandım bu adamı;cesaretini,tutkusunu,hayalperestliğini,aklını...
Hayatını düşlerine değişmeyen eşsiz bir kahramanın, "deli" addedilmek pahasına,insanları kurgusuna dahil etme çabasına imrendim.Keşke her birimiz hayallerimizin peşinden gidebilecek kadar akıllı olabilseydik diye düşünmeden edemedim.Düşünsenize,bir sabah dünyayı kötülüklerden arındırmak üzere gönderilen bir peri olduğuma inanarak uyansam epey eğlenceli olurdu yahu! Toplum içinde şu anki konumumdan farklı bir yerde olacağımı da hiç sanmıyorum;sanmıyorum çünkü yeterince mantıklı konuşurken de anlattığım birçok şey herkese yeterince toz pembe ve bir hayal kahramanının kurgusu kadar inandırıcılıktan uzak geliyor.Hem bu delilik dediğimiz tam olarak ne ben çözemedim.Kime deli diyoruz yani?Asık suratlı hükümetleri ciddiye almayanlara mı;doğaya hakettiği değeri verenlere mi;fazla gülenlere veya fazla ağlayanlara mı;aşka inanalara mı;silahların sustuğu,çocukların tutuklanmadığı bir ülke hayal edenlere mi;radyo dinlemeye devam edenlere mi;anlaşılmak istemeyenlere mi?...Bu arada şunu da belirteyim değerli okuyucu,her geçen gün bu delilik kuyusu derinleşiyor;yani yelpaze genişliyor.Sonuç olarak dünyaya farklı bir pencereden bakanlar yani ekranın ayarıyla oynayanlar "deliler" sanıyorum;özellikle antenle oynarken,ekranın netliğini akıl küplerine göstermeye çalışanlar yok mu? "Vahh!! "diyorum onların hallerine...
Bu bahsettiklerim dil çıkarmayanlar;yani aranızda dolaşabilenler,görünürde "normal" olanlar.Geçirecekleri evrim onları nasıl bir kalıba dönüştürür bilemiyorum.


Diyeceğim şudur ki bir peri olarak kendimi afişe ettiğimde,içimdeki deliyi görünür kılmaktan ve aranıza karışamayacak kadar cesur davranmaktan başka bir şey yapmış olmayacağıma göre bir problem yok.Aksine artıları var bu atılımın;bir periyi kendinize benzetmeye çalışmazsınız hiç değilse...


Kıs kıs gülmeyin akıl küpleri,ben ciddiyim.


Don Kişot'un kemiklerini sızlatmak pahasına yazdıklarımı noktalarken,düşlerini rota edinen her kahramana saygılarımı sunuyorum.

1 Eylül 2009 Salı

dört ayaklı gölge

..Ve sonra bir banka oturduk.
Yanına oturduğum o an fazlasıyla gürültülüydü aslında;
senin sessizliğinin gürültüsüydü duyulan.
Bank yeterince büyüktü;
büyüktü büyük olmasına ama uzaklaşmamıştık.
Kararmış gökyüzünün altında,
ayakları yeryüzüne basmayan dört ayaklı bir yaratık gibi görünüyordu gölgemiz...
Yüzüne bakmaya korkuyordum;
sense beni izliyordun.
Yıldızların ihtişamının beni nasıl da sarhoş ettiğini anlatıyordum soluk almadan;
sense gülümsüyordun.
Kolunu uzattın bilinmeyene doğru.
Seni orada bekliyordum.
Bir kere olsun düşünmeyi bırakmayı,anın içinde kaybolmayı,
kendime izin vermeyi öylesine istiyordum ki...
Ama korku hakimdi yeryüzüne;korku çağımdaydım.
Seni sevdiğimi anlatmaya başlasam eksik kalmasından korkuyordum.
Sana baksam gerçeği görmekten ve anlamsız hale gelmekten korkuyordum.
Seni duymaktan;seni duyamamaktan korkuyordum.
Seni anlayamamaktan,kendimi ise anlatamamaktan korkuyordum...
Bana dair tek gerçek buydu işte.
Bu kadar basitti ruhumun örgüsü;hayatımın kurgusu.
O gün,beni öylece bıraktığın ilk gündü;
doğaya gölgemizi sunduğumuz son gün...
Üzerinden yıllar geçti.Ne değişti dersin?
Sanırım çok şey ama aynı zamanda hiçbir şey.
Şimdi yalnız gölgemden korkuyorum;

yani sensiz olandan...

30 Ağustos 2009 Pazar

"Suskunlar" üzerine...

Geçtiğimiz gün tanıştığım inanılmaz bir kitap sonrasında sizlere birşeyler aktarmak istesem de kelimeleri bulmakta zorlanıyorum;daha da doğrusu kuracağım hiçbir cümlenin bu büyüleyici kitabı taşıyacak güçte olabileceğine inanmıyorum.Tüm bunlara rağmen üstüne nacizane bir iki şey söylemek istediğim kitap "Suskunlar".



İhsan Oktay Anar'ı tavsiye eden onca insanla karşılaşmama rağmen kitaplarından birini elime alış tarihini epey geciktirmiştim.Bana gönderilen işaretleri daha fazla göz ardı etmek istemediğim için sonunda "Suskunlar"ı aldım ve okumaya başladım.Sonrası iyilik güzellik...


Büyüleyici anlatım beni kitabın içine aldı;tutuklu kaldım adeta.Arka plandaki musiki eşliğinde,muhteşem tasvirleri ile dille danseden bir yazar vardı karşımda.Kelime haznesinin,bilgisinin,hayal gücünün sınırlarını çözmek mümkün değildi.Kurgu ve anlatımın kendine özgülüğü kitabı fazlasıyla değerli kılmama yetti.İnanın,hala örgünün kusursuzluğunun şaşkınlığı içindeyim.İçmeden sarhoş oldum desem yeridir;abartmıyorum.Okumayı ertelediğim her güne lanet ediyorum.Kitabı elime aldığımda yavaş yavaş,sindire sindire devam etmek istedim ama malesef bu mümkün olmadı.Bitirdiğimde ise kitabı elimden bırakmak oldukça acıklı bir sahnenin yaşanmasına neden oldu diyebilirim;bu yüzden hala gözüm kütüphanemdeki bu muhteşem kitaba takılıyor ve kitabı belirli aralıklarla elime alıp yokluyorum.=))


Sözün özü değerli okuyucu;eşsiz kitap karşısında kelimelerim kifayetsiz.


Kimbilir,belki ruhumu en yüksek mertebeye yakınlaştırdığına inandığım bu kitap sonrasında susmak,"Suskunlar"a katılmak ve sessizliği Sayın Onar'a armağan etmek yapılabilecek en iyi ve en doğru şeydir.


Artı parantez: Sanırım okuduğum en iyi kitaplardan biriydi.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Münzevi


Bir köşede duruyorsun
Varoluşuma tanıklık ediyor gözlerin
Bekliyorsun öylece
Sessizliğin ırzına geçiyor sözlerin
Hiçliğinden bakıyorsun
Hiçliğime dokunuyor yokluğun
Boşlukta asılı kalıyorsun...

Ruhuna eşlik ediyor melodin
Kollarında saniyelerin
Dans ediyorsun delice
Aleyhime işliyor yeli kovan
Çaresizliğime hükmediyor nevin
Sense izliyorsun gizlice
Hiçlikten nüksediyor histerin
Hiçlikte yer buluyorsun
Oysaki kaybediyor ellerin
Boşlukta asılı kalıyorsun...
Toza bulanıyor hislerin
Sesler karışıyor birbirine
Sessizliğin ırzına geçiyor senfonin
Sensizliğinden bakıyorsun
Sensizliğime dokunuyor yokluğun
Boşlukta asılı kalıyorsun...
Bense bir köşede duruyorum;
Bir köşede münzevi...

19 Ağustos 2009 Çarşamba

gerçek hayat



"gerçekler böyle ıssızsa kabullenmek mi gerek öylece
yaratan biz değil miyiz onları
hayata tutunmak körelmek mi demek
başarılı olmak ilkesizlik mi demek
gerçek hayat, gerçek hayat
seni rehin alacak kendinden uzaklaştıracak
gerçek hayat, sözde gerçek hayat
seni rehin alacak kendinden uzaklaştıracak.."

Bugün,gene gecenin bilinmeyen bir saat diliminde,bu kez Derin Esmer takıldı aklıma aniden..Sonra neler yaptığına dair bilgi edinebilirim belki diye internette araştırmaya başladım;başladım ki ne göreyim?Mor ve Ötesi'nin eski üyesi Derin Esmer, "gerçek hayat" adında mini bir albüm yayınlamış.Mini albümünde "gerçek hayat" adlı parçasının çeşitli versiyonları bulunuyor;solo,caz...
Derin Esmer,solo albümünün bir habercisi olarak bu mini albümü yayınladığını ve bu yaz sonuna kadar solo albümünün kayıtlarını bitirmeyi planladığını belirtiyor.Bana ise albümünü heyecanla beklemek kalıyor.
Artı parantez : Büyük bir beklentiye girdim desem yalan olmaz sayın okuyucu;ki beklentinin ruh sağlığı açısından pek de faydalı olmadığını bilirim.
Neyse durum bu işte.Şarkının bilumum versiyonu vereceğim linkte yer alıyor.Hoşunuza giderse ne ala.

http://www.derinesmer.info/


18 Ağustos 2009 Salı

Bir şey yapmalı!


Biraz sonra okuyacağınız yazının gecikmiş olduğunu düşüneceksiniz;belki haklısınız da...Ancak sözünü edeceğim konunun,tükenmek bilmeyen bir süreci başımıza musallat eden biriyle ve onun demeçleriyle ilgili olmasının konuyu her daim tartışmaya ve konuşmaya açık hale getirdiği gerçeğine dayanarak affınıza sığınıyorum.
"Nerden başlasam,nasıl anlatsam?" mısraları içimden geçiyor ama bu güzel şarkıya o ismin gölgesini düşürmek istemediğim için vazgeçiyor ve hemen konunun orta yerinden giriyorum.
Sözünü edeceğim şahsına münhasır kişi Kenan Evren."Haydaa!! Pazartesi gününün son dakikalarında neden huzurumuzu kaçırıyorsun?"demeyin.Arada kaçması lazım ki feyz almanın tadına varalım,değil mi?Neyse "di" demiş olduğunuzu farzediyor ve devam ediyorum.
12 Eylül 1980.Evet,12 Eylül darbesinin üzerinden geçen yirmi dokuzuncu yılın sonuna yaklaşırken yaşanan acılar tazeliğini koruyor.İnsan hakları ihlallerinin gerçekleştiği,düşüncelerin tutuklandığı,akılların tutulduğu bir dönem,kendisiyle ve "kahramanlarıyla" hesaplaşılamadığı için ensemizde varlığını hala hissettiriyor.Halk hala o dönem başına örülenleri çözmeye çalışıyor.12 Eylül 1980'de çok küçük olanlar veya doğmamış olanlar darbenin bıraktığı mirasla büyürken,onlara öğretilen "en iyi" şey susmak oluyor.Annelere,babalara "derslerini" verenler,apolitik bir güruhun yetişmesine vesile oluyorlar.
Yıllar geçiyor...12 Eylül sonrasında saldıkları korku politikalarıyla muhalifleri sindirmek için muhafazakarlığı taçlandıranlar,kaderin cilvesine bakınız ki(!) gün geliyor;kendi silahlarıyla vuruluyorlar.İronik elbette...
Meclis,12 Eylül askeri darbesiyle hesaplaşılabilmesi için harekete geçeceğine dair işaretler ve demeçler vermeye başlıyor.Buna bağlı olarak da, Anayasa'nın geçici(ne geçici madde ama!!)15.maddesinin kaldırılması ve 12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerin yargılanması gündeme geliyor.Ve olanlar oluyor...
Kenan Evren: "12 Eylül'ü halk desteklemiştir. Yüzde 92 oy bunun kanıtıdır. Şimdi aynı yolu kullansınlar, halka sorsunlar, diyorum. Eğer halk ‘evet’ der, geçici 15. maddeyi kaldırırsa, o zaman hiç yargılamaya da gerek yok, ben intihar ederim!” diyor.
Gazetede bu haberi ilk okuduğumda kan beynime sıçramıştı.Gözüm aynı cümleler üzerinde defalarca gitti;geldi.Silahlar eşliğinde yapılan bir anayasa oylamasının "başarılı" sonucunu dile getirmekten çekinmeyen Evren,içine düştüğü çaresizlikle halkın vicdanına dokunmaya çalışıyordu.Kenan Evren alelen Türkiye halkının vicdanını tehdit ediyordu.Şimdi düşünüyorum da tam da o cümlelerin ifşa edildiği tarihi izleyen günden sonra,tartışmaya açılan bu konu gündemden silindi.Daha sonrasında ise Kenan Evren'in hastahaneye kaldırıldığına ilişkin haberler gündeme oturdu.Neyse ki,"canımız,paşamız" iyileşti.Kendisini yargılamadan,yaşattıklarının hesabını vermeden ebediyete yolcu etmek içimize sinmezdi elbette...
Diyeceğim şudur ki;şimdi konunun tekrar gündeme taşınması için hep birlikte ses olma zamanı.12 Eylül'ün izlerini silebilmek için ilk şart bu.
Kötü kokukun kaynağını kapatmadıkça,koku yayılmaya devam edecektir.
Unutmayalım ve unutturmayalım!

Artı parantez : İtiraf ediyorum;rahatladım!! =)))

15 Ağustos 2009 Cumartesi

gidiyorum...

En masum yanım
dağılırken bir sis gibi
kalan grilik kaybolup
bırakırken renkleri geri
siyahlar mavilere
maviler beyazlara bulanıp
hayat gösterse de kendini
yürüyorum bilinmezlere...


rüyalarda kalırken
sonsuzluğa mahkum kıldıklarım
düşlerim son bulup
götürürken herşeyimi
beden bilinmeyene sarılıp
azad ediyor ruhum beni
gidiyorum dönülmezlere...

14 Ağustos 2009 Cuma

"calling you"

Odamda yalnız başıma, "calling you" diye fısıldayan o büyülü ses eşliğinde,garip bir ruh haline bürünüyorum.Gözlerimin hala bulutlarını kaybetmemiş,ruhumun acıdan arınmamış olduğunu anlıyorum bir kez daha.Son kez olduğunu düşlediğim nice buna benzer gecenin noktalanmadığını gördükçe,belki de bazı şeylerin açıklaması yok;ya da cevaplar derinlerde de ben dokunamıyorum diye düşünmeye başlıyorum.Düşünmeyi sonlandıramıyorum.Bir süre sonra düşünme yetim fazla kullanımdan aşınıyor ve aklımı kaybediyorum sanki.Küçüklüğümden beri yitirdiğim her şey beni fazlasıyla üzmeye yetiyor olsa da,aklımın kısır döngüye varan bu kayboluşlarına izin veriyorum.Ruhumun hakimiyeti altında,duygularımla boğuşurken ihtiyacım olan son şey o olduğundan üzülmüyorum onu bulamadığım gecelerde.
Ağlamaktan geberecek kadar şişse de içim,şarkının bana ait somut ya da soyut bir çok şeye ulaşmasını engellemiyorum;engelleyemiyorum.Her bir nota odamın farklı yerlerine dağılıyor;toplamıyorum.
Sadece eşlik ediyorum sesim kısılana dek; "calling you "...

"Dönüşüm" üzerine...

Toplum içinde;düzene direnen,kendisine dayatılanları sorgulayan her bedenin öyküde tasvir edilen böcek gibi algılandığı bir gerçek.Kafka'nın yaptığı ise, insanların farklı olana tahammülsüzlüğünü,imgeler önderliğinde somutlaştırarak gözler önüne sermek.

Öykünün kahramanı Gregor'un dönüşüme uğramadan önce de ruhen çevresindekilerden farklı bir noktada yaşadığı,genel olarak memnuniyetsizliği yazar tarafından aktarılıyor ve dönüşüm Gregor'un ruhunu,çevresindekilerin ise baskısını görünür kılıyor.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Açılın,deliriyoruz!

Yakın zamana kadar sorunun yalnızca teröre indirgendiği, çözüm kelimesinin telaffuz dahi edilemediği bir ülkede, son günlerde şahit olduklarımızı heyecan verici buluyorum.
İnsanların yaşadıkları acıları görmezden gelerek,yapılan yanlışları kabul etmek ve düzeltmek için gerekenleri yapmak yerine onları inkar eden ve bu topraklarda yaşayan insanları şizofren ilan eden politikalar izleyerek,militarist söylemlerle halkı galeyana getirerek bir adım ileri gidilemeyeceğini farketmiş olmakta gecikmiş olunsa da güç olmasın diyerek,sorunun çözümü adına izlenen politikanın istikrarlı bir şekilde devam ettirilmesini diliyorum.
Diyalog sürecinin önünü tıkamaya çalışanları ise adeta kana susamış vampirlere benzetiyorum.Bu ülkede yaşanan acıların son bulabilmesi için ne yapılması gerektiğini düşündüklerini merak ediyorum.Ya da boşversenize...Kimseyi kandırmamalıyım.Etmiyorum!Beynim şiddetten geçen hiçbir frekansı çekmiyor.Ne yazık ki(!) algılayamıyorum ve dolayısıyla onları anlayamıyorum.Hele ki "sosyal demokrat" bir partinin şovenist söylemlerini...Hiçbir kavramın altının doldurulamadığı bir ülkede,bu söylemleri gayet normal bulmak gerekiyor belki ama malesef bunu hala başaramıyorum.Çözüm için ilk olarak harekete geçmesi gerekenlerin,bırakın harekete geçmeyi,köstek olmak adına gösterdikleri çabayı gördükçe deliriyorum.
Topluca deliriyoruz.
Delirdik.
Delirttiler...
Son olarak diyorum ki;terörü yaratan nedenlerin varlığının inkar edildiği,sorunun tek tarafa yüklendiği uzunca bir süreç sonrasında bugün izlenen politika,tabuların geride bırakılmasını mümkün kılacak gibi görünüyor.
Yok bu işin solu,sağı...
Yeter ki çözüm,artık çözün!

başı boş şiir

yalanlar kararttı etrafı
belki de karanlık olduğundan göremedik onları
belki bu yüzden kötüydü siyah 
masumiyetini karanlıkta unuttuğundan 
kim bilir belki...

sessizlik daimiydi
sessizlik...
duyana kadar

ruhun tanımlanışı başka gözlerde
bir başkaydı işte
bambaşkaydı...
ta ki görene kadar

...

Her kayıp,
suretinde keşfedilmeyi bekleyen bir çığlık
Her gözyaşı,
ruhunla bütünleşen bir melodi
Her isyan,
içinde bize ait sayısız örüntü
Ve sen
zihnimde tek net görüntü...

Sessiz hikayemin sınır tanımayan kahramanı,
sözcüklerin ruhumda asılı

Yalnız sesler


Sessizlik yalnızlıktan değilse,
sesler gürültüden değildir belki de...
Duyabildiğin kadar gürültülüyse kalabalıklar,
istediğin kadar sessizdir yalnızlığın...
ve kalabalıkların yalnızları varsa
yalandır güçsüzlüğü azlığın
ki değil midir her yalnızlık
kendine göre azınlık,
duymak istemeyene göre sessizlik olan
Kalabalıklar içinde kısıksa sesin
bırak kimseler yokken
duyulsun nefesin...

11 Ağustos 2009 Salı

bu kadar

yaşananlar anlamını bulamıyor
gereksiz yere sarfedilen cümleler
kocaman bir boşluğa akıyor
onlarla ruhunu yıkamaya çalışan bizler,
zavallı hayalperestler,
hayatı başkasının kaderiyle yaşıyor
ve unutuyoruz çizgimizi
sonra diğerlerini de,
sonra tüm çizgileri...

aynadaki kadınsa sorguluyor,
çizgilerin üzerindeki gölgeyi


benliğimiz cesaret bulamıyor
aynada yitirdiğimiz suretler
arkada bıraktığımız kadını arıyor
o ise kaçırıyor gözlerini,
sonra diğerlerini de,
sonra tüm benliğini...

aynadaki kadınsa sorguluyor,
çizgilerin üzerindeki gölgeyi

çizgiler derinleşerek varoluyor

kaybettiğimiz tüm renkler
bulunmak istercesine çırpınıyor
herşey yitiriyor netliğini,
bir tek gözlerimiz dışında...
anlamlı kılarken bir başka bedeni
ruh sonsuza dek mahkum ediliyor
sonsuza dek...
çünkü anlam bulunamıyor
çünkü anlamsız her yer
ve anlamsız her şey,
bir tek gözlerimiz dışında...