23 Nisan 2011 Cumartesi

işte tüm mesele bu

Bir gün düşünün, diğerlerine hiç benzemiyor; ama diğerlerinden bir farkı da yok.Değerini tam da buradan alıyor;kaçınılmaz benzerlik içinde benzersiz kılınmış olmasından…
Her gün birbirine benzemez mi aslında?Günün sonunda,günü diğerlerine kıyasla iyi ya da kötü kılan şey,güne dokunabilen insanın,gün üzerinde bıraktığı izler değil midir?Gün müdür yoksa bize dokunan?Eğer günü anlamlı kılan şeyin bizim irademiz dışında işleyen bir mekanizma olduğunu dolayısıyla günlerin anlamlı ya da anlamsız olmak üzere tasarlanmış bir şekilde bizi beklediklerini düşünürsek,bu, hayatımız üzerinde etki alanımızı fazlasıyla sınırlandıran bir saptama olmaz mı?Ya da başkalarının hayatımız üzerindeki etkisini olağanlaştırmaz mı?Halbuki hiçbir şey bu derece olağan değildir.Hayatı şekillendiren kendi irademizle aldığımız veya alamadığımız kararlarımızdır.İradeler yaratır sıradan olmayan ne varsa.Yani günler değildir bize dokunan;biz yaratırız sıradan günler içinden,sıradan olmayanları…
Sonra iradeler değişir;iradelerle birlikte günler de…Sonrası malum.Hayatımızı anlamlı kılan bu günleri unutmamız gerekir.Unutmadıkça diğer günlere hak ettikleri anlamları vermek mümkün olmaz çünkü.Ve işte hayat, kendi irademizle yarattığımız ne varsa bir gün yıkmayı ve sonra yenilerini yaratmak üzere hayaller kurarak uyumayı alışkanlık haline getirdiğimiz saçmalıklar bütünüdür.
Kurmak ve yıkmak;istemek ve bıkmak;alışmak ve korkmak;sevmek ve yorulmak;yaşamak ve durulmak…

22 Nisan 2011 Cuma

Devlet Tiyatroları üzerine...

Geçtiğimiz günlerde yaşanan saçmalıklar silsilesinden her birinizin haberdar olduğunu zannediyorum.Eee tabi ortalıkta bunca saçmalık varken hangisine değinmek istediğim önemli.Sümeyye Erdoğan’ın önderliğinde başlatılan,ardından devlet erkanınca devam ettirilen ve Devlet Tiyatroları’nın kapatılma ihtimalini gündeme taşıyan olaylardan bahsediyorum.
Sümeyye Erdoğan’ın iç dünyasına inmek ve onun komplekslerini anlamlandırmaya çalışmak gibi bir niyetim yok.Olanlar açıklamayı gerekli kılacak bir ciddiyet taşımıyor ne yazık ki.Ancak;Kültür Bakanı,Sümeyye Erdoğan ve onu takiben oyunu terk eden bilumum polisi epey ciddiye almış olacak ki tiyatro oyuncusu Tolga Tuncer’i yanına çağırarak ikaz etmekle kalmadı;bu olay vesilesiyle DT ile ilgili içinde kalmış düşüncelerini de ortaya koydu.
Ertuğrul Günay,söyledikleri üzerine aldığı tepkiler sonrasında,DT’nin kapatılacağına dair bir şey söylemediğini açıklayarak her birimizi “başarılı” bir şekilde paranoyak ilan edip,sözlerinin yanlış anlaşıldığından dem vursa da,hararetli bir tartışmanın başlamasına ve haklı bir hareketin doğmasına engel olamadı.
Devlet Tiyatroları üzerine bir tartışma yapmak elbette mümkün;ancak bu tartışmanın DT’nin kapatılmasına yönelik olması çok üzücü geliyor bana.Çünkü DT, bu ülkede sanatın yeterince ulaşamadığı birçok yere,en güzel sanat eserlerini taşımayabilmek ve insanlarla tanıştırabilmek adına yıllardır takdir edilesi bir mücadele veriyor.Türkiye’de yaşayan birçok kişi,minimum ücretler karşılığı,hem doyurucu bir sunumla karşılaşma fırsatı buluyor,hem de böylece sanata daha yakın ve duyarlı hale geliyor.Bu durumda bizim yapmamız gereken bu renkli dünyanın kapılarını kapatmak mıdır?Yoksa daha da renklenmesi için çaba göstermek midir?
Devlet Tiyatroları’na ayrılan ödeneklerin yükseltilmesi,sahne sayısının arttırılması,devlet tiyatrocularının statülerinin tartışılması,sergilenen ve sergilenecek oyunlarla ilgili işleyen sansür mekanizmasının tamamen devre dışı bırakılarak DT’nin özgürleşmesi ve şu anda dile getiremediğim daha nice aksaklıkla ilgili bir tartışma başlatmak ve mevcut olan sorunları ortadan kaldırmak adına çözümler üretmeye çalışmak gerekiyor.Ancak anladığım kadarıyla Bakan Günay’a bu olumsuzlukları gidermek adına herekete geçmek yerine DT’yi ortadan kaldırmak daha kolay geliyor.Ne üzücü ama…
Bu olayın bana üzüntü veren bir diğer kısmı ise,özel tiyatroların ve özel tiyatrolar için çalışan oyuncuların bir kısmının,DT’ye destek için harekete geçen ve ses çıkaran sanat severleri,tutuculukla ve ayrım yapıyor olmakla suçlamaları oldu.Evet,belki özel tiyatroların başına gelen onca olumsuzluk gündemi bu kadar meşgul edemiyor,edemedi ama bu sanata duyarlı,özellikle tiyatroyla yakından ilgili olan kimselerin,özel tiyatroların mücadele etmek zorunda kaldıkları olumsuzluklardan hoşnut olduklarını ya da daha naif bir şekilde söylemek gerekirse bu olumsuzlukları önemsemediklerini göstermez.Özel tiyatroların kapatılması,sansürlenmeye çalışılması;özel tiyatrolara yeterince destek verilmemesi ve daha nicesi sanata karşı duyarlı olan herkesi elbette rahatsız ediyor.Bundan şüphe duyuyor olmak bana pek de adil bir tutummuş gibi gelmiyor açıkçası…
Devlet Tiyatroları’na ve oyuncu Tolga Tuncer’e destek için internet üzerinden birçok kampanya yürütülüyor.Eylemler yalnızca sanal dünya ile sınırlı değil tabi.Geçtiğimiz günlerde Ankara’da Büyük Tiyatro önünde de bir eylem gerçekleştirildi ve eyleme katılanlar büyük bir içtenlikle DT’ye sahip çıktılar,Tolga Tuncer’in yanında olduklarını dile getirdiler.Ne yazık ki ben orada olabilen şanslı,duyarlı insanlardan biri olamadım;yani somut olarak…Şimdi buradan bir kez daha dile getirmeyi ise,yıllardır DT sayesinde müthiş oyunlar izleme fırsatı yakalamış bir izleyici ve tiyatro sever olarak bir sorumluluk sayıyorum ve diyorum ki: ” DT bizimdir;kapatılamaz. ”

Not: Yazının gecikmesi tamamen bloglar üzerindeki sansürden kaynaklanıyor.Ama geç de olsa bir şeyler söylemek gerektiğini düşündüğüm için kapayamadım gene çenemi.Sevgiler efenim…

Su - ret

Zamana emanet edilen kelimeler
Sonsuz boşlukta tanımlanmayı beklerken
Anlam kök verir evrenin yitik dilinden
Uzam içinde renklenir suskun öyküler
Sulandıkça çürümeye yaklaşır her biri
Ne de olsa zordur bir anlamı büyütmek

Dün ile yarın arasına sıkışmış sesler
Habersizdirler anın getirdiklerinden
An ki kaybetmeye mahkumdur bildiklerini
Zamansa dardır almak için düşleri geri
Hem mümkün müdür bir kaybı yeşertmek

Saatlerin koluna takılmış suretler
Habersizdirler suyun götürdüklerinden