19 Aralık 2010 Pazar

yapboz-ma

yenmeni bekliyorum kendini
kahramanım kılacak bu seni
zor kırılanı görmek eskisi gibi
parçaları bir araya getirdiğinde
her birinde senin ellerinin izi
kusursuz bir bütünlüğe gebe
benden bizi doğurmak üzere

direnmek için insanın tekliğine
birleşiyoruz kırıldığımız yerde

anlatmanı istiyorum kendini
anlamım kılacak bu seni
zor silineni yazmak eskisi gibi
satırları bir araya getirdiğinde
yalnızca bize dair bir hikaye
kusursuz bir şarkıya gebe
yalnız bizi duyurmak üzere

direnmek için evrenin seslerine
konuşuyoruz silindiğimiz yerde

26 Eylül 2010 Pazar

egonun anatomisi

yalnız kendini aldatırsın
yalnızca kendi kendini
yalnız -kendi kendine
kendin kendini
yalnız kendini
yalnız -kendin
yalnızsın.

24 Eylül 2010 Cuma

Kapalı ruhlar alemi

Bazen her şey alabildiğine açık olmasına rağmen ya kabul etmek istemediğimizden ya da reddetmekten korktuğumuzdan,anladığımız şeyleri yüksek sesle söyleyemeyiz.Malumu ilan etmekten kaçınan ses tellerimiz sözcükleri sessiz bir boşluğa bırakırken, bünyemiz gürültülü bir ağırlık hisseder derinlerde.
Sessizlik ve zamanın uyumlu birlikteliği sinir bozucu ve kontrol edilemez bir hal almaya başladıktan sonra,harfler sesli kelimelere dönüşmek üzere harekete geçerlerken,ruhumuza eşlik eden melodiler kakofonik bir hal alırlar.Rahatsızlığımızın bünyeden ayrılıp çevreyi taciz etmeye hazırlandığı bu evreye anlamlı cümlelere dönüşmeyi bekleyen binlerce şuursuz kelime eşlik eder.Bu şuursuz silahşörlerin galeyana gelerek beklenmedik leşler yaratmasından korkarak geçirdiğimiz onca uslu ve bir o kadar da puslu zamanı sona erdirmeye karar veren iç sesimiz öldürücü sorularını ateşlemeye başlar.Her soru bir yenisini doğururken ıssız ruh dünyamız bir panayır alanına dönüşüverir.Kargaşa öylesine büyür ki yanıtları bulamayız;hatta bildiklerimizi de kaybederiz.Bir süre sonra soruların cevaplanmamış olabileceğini düşünmek yerine, cevapları verebilecek kişiyi ortadan kaldırdığımıza inanmaya başlarız.Vicdanımız ruhumuza,var olmayan bir ölünün faili sıfatını yakıştırdığında,var olan gerçeklerimizi de yeniden sessizliğe emanet eder.
Bildiklerimiz de,bilmediklerimiz de hala yaşayan bir ölümlünün dudaklarında boşluğa savrulurken;ruhumuz,işlenmeyen bir cinayetin sorumlusu olarak sonsuza kadar kapalı anlamlara mahkum edilir.

18 Eylül 2010 Cumartesi

noktalama gerekli

gereksiz şeylerle uğraşıyorum gereksiz şeylerle uğraşırken gereksiz cümleler kuruyorum ve bunu gereksiz birilerine aktarıyorum sonra gereksizin biri bana bir şeyler anlatıyor daha da gereksiz oluyoruz
gereksiz olması gerekenler var biliyorum ama gereksiz olması gerekenleri gerekliymiş gibi görerek gerekli olan ne kaldıysa elimde gereksizleştiriyorum gereksizleştirdiklerim gereksiz olmadıklarını anlatmaya kalkarlarsa onları duymuyorum gereksiz olan her kimse gereksiz olduğunu bağırırcasına çırpınırken onu duyuyorum velakin dinlemiyorum hep aklıma ne eserse onu yapıyorum aklımla kalbim arasındaki kafam kadar kalın çizginin üstünde bir cambaz ipinin üzerindeymişim gibi nefes nefese kalıyorum gereksiz heyecanlar peşinde koşuyorum gereksiz heyecanları seviyorum gerekli olanları sevmiyorum gerekli olan bir şeyin beni heyecanladırabilme ihtimalini de sevmiyorum ihtimalleri sevmiyorum ama hayatım ihtimallerden ibaret oluyor hep tercih ettiğim biri ya da bir şey birilerini ya da bir şeyleri ihtimaller dışında bırakıyor ancak oyumu gereksiz olandan yana kullandığımdan mıdır nedir yine gereksiz ihtimaller arasında boğuluyorum öyle işte
gereksizlik ağır hayattaki karşılığı lügattakinden ağır

20 Temmuz 2010 Salı

1N

Anlamını bilmediğim kelimeler dilimde
sesime değdikçe kırılıyor her biri
yansımaları sana ulaşmasın diye
konuşsam da harfler hep sessiz
yalnız biri var ki güçlü öylesine
biri var ki kovalıyor yaşananları
yanıt bekleyen bir niye
söylenecek çok şey var gibi
susmak gerektiğinde hep böyle
düşünüyorum da sahi ne ki derdimiz
neden sahibiz bu maskelere
özlemken ruhun dört tarafı
tedirgin yalanlar kime
ki sessiz de olsa harfleri
gürültülüdür kişinin kendisine

9 Temmuz 2010 Cuma

hani benim devletim,"sosyal devletim"

Hukuk,adaletle ilişkili olması gereken bir kavram değil mi?Adaletten ayırdığınızda varolma amacını kaybeden bu terimin güzel ülkemde içinin ne kadar da boş olduğuna her geçen gün daha da yakından tanıklık etmek zorunda kalmak çok canımı sıkıyor.
Stajyer avukatların tabi oldukları şartlar mesela...
Stajyer avukatların haktan,adaletten yoksun çalışma koşulları katlanmak zorunda oldukları bir şey olarak önlerinde duruyor.Sosyal güvenceden yoksun olarak bir yıl boyunca çalışmak zorunda kalan,herhangi bir ücret talep etme hakkı bulunmayan;üstüne üstlük mevcut koşullar gereği kabarık ücretler ödeyerek baroya kaydolma şansı bulabilen,staj süresince mesleki gelişim ve yeterlilik adına hiç de tatmin edici olmayan bir sürece dahil olmak zorunda kalan bir sürü taze adalet arayıcısı."Sosyal Devletim" adalet dağıtabileceğine inanarak yola çıkmış birçok gence daha ilk günden gösteriyor aba altından sopayı."Yok öyle bir dünya" diyor adeta.Cici gençler ne yapıyorlar peki?Ne yapıyoruz?Susuyoruz;adalete susuyoruz.Halbuki suyun kaynağını öğrenmiş olan bizlere yakışmıyor bu eylemsizlik hali.
Anayasamızda yer alan sosyal devlet ibaresinin inandırıcığını koruması için köklü bir değişiklik yoluna gidilmesi şart.Değişimi tetikleyecek olansa bizleriz.Bizim sesimiz.
Şimdi adalet için...

24 Haziran 2010 Perşembe

Rumuz:Ukala

Kişi,anı önemsemeli,anı yaşamalı;ama anı yaşarken yarına olan saygısını yitirmemeli.Çünkü yarın,anın bencilliğine heba edilemeyecek kadar mühim.Her ikisi birbirine incecik bir çizgiyle bağlı.
İnsanın yarına taşımak istemediği bir şeyle anı kurtarmaya çalışması anlamsız.Yarın olduğunda anın gölgesinden kaçmak mümkün olabilse tamam;ama kurtardığın her dakika senin yarınından çalacaksa,tam olarak neyi kurtarmış olduğunu ve neyi kaybetmiş olduğunu düşünmeli.
Bir de anı yaşamaktan korkmayan kişi,anın getirdiklerini yarına sunmaktan,sunamıyorsa bunu yarına açıklamaktan hiç korkmamalı.Çünkü yalnızca an değil,hiçbir zaman dilimi korkakları sevmez.Çünkü yalnızca an değil,yarın da hakkını almak ister azizim.Çünkü yarın da bekler mutlu olmayı.Çünkü...öyle işte.

13 Haziran 2010 Pazar

saçmalamak...iyidir bazen.

Kadın cidden sevilesi bir varlık.
Mütemadiyen merak ediyorum üzerine yapışan çözülemeyen varlık sıfatının nedenini.Kendisine sunulan organlarının işlevlerini idrak ettiği için,idrak edemeyen diğer tür tarafından bombardımana tutuluyor sanırım.Bu noktada sorun tam olarak kimde olmuş oluyor bilemiyorum.Yani biliyorum da objektif görünmek ister gibiyim.Gülünür buna.Kabul ediyorum.Niyetim tamamen subjektif takılmak.
İdrak meselesi ilginç.Kadın her gün yeni bir şey idrak etme çabasında.Her gün kendisine ruhlar aleminden yeni bir arkadaş ediniyor.(Hepsi böyle tabi.Genellemeler yalan olsa da canım bunu doğru kılmak istiyor.Sizi alakadar eden bir durum yok.Kaşıntı tutmasın hemen.)Ne diyordum?Heh.Erkeklerle ilgili ise ciddi bir sıkıntı olduğunu düşünmekteyim.Öğrenmiş olduklarını da unutarak ertesi güne geçiş yaptıkları oluyor sık sık.
Neyse...
İki türün bir araya gelişine gelirsek;kötü bir masalı gereksiz yere dönüştürme çabası taşıyan saçma sapan kahramanlara benzetiyorum onları bu noktada.Birliktelik,başlı başına bir sürü enteresan olaya gebe bir olgu ve böyle olmasına rağmen hala bir sürü cenin bekliyor.Kadınlar erkeklere,erkekler kadınlara ısrarla ihtiyaç duyuyor.Erkeklerin duydukları ihtiyaçtan öteye gidemiyor da kadınlar bu ihtiyacın üzerine efenim böyle tamamen gereksiz bir duygusallık,bir sevgi,ne biliyim,bilimum gereksiz şey daha katmak istiyor.Yazık işte garibim kadın,dolmuş taşmış bir sürü şeyle.Erkeklerin boşluğu ise takdire şayan.
Belki de kadın erkeğin yaşadığı boşluğu gördükçe doldurmak istiyor.Tam da bu noktada bir kadın bir erkeğin hayatına girmek istiyor ya da bir erkek bir kadını hayatına dahil etmeyi istiyor.Aman ne biliyim.Zor bu işler.
Ama problem ne bence biliyor musunuz?Erkek kişi yüzeyselliğinin farkında değil.Sallandıkça taşacak kadar dolu görmekte kendini.Eeee durum böyle iken pişmiş aşa su katmaya çalışıyor gibi oluyor kadın.Pişmiş olan erkek.Erkek pişmiş.Gör bunu eyy kadın,gör artık!Bozma erkeğin pişmiş aşını,katma su falan.
Diyeceğim şu ki;peri masalı yazabileceğine inanma hususunda çok iyi niyetli buluyorum iki tarafı da.Özellikle boşluğu doldurabileceğine inanan kadını.İşte ben o kadın için çok üzülüyorum.Nedir bu Tanrı olma çabası?
Ama yine de sevilesi işte o.
Kadın yani,sevilesi.
Seviniz yeter.
Erkek mi?
Hımmmm...
Öpseniz yeter.
Pardon.
Öpünüz geçer.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

gereksiz tümce avı,varan:1

"Keşke demek yerine bir dahaki sefere demeyi tercih ediniz."
Cümleye bakınız;cümleyi okuyunuz;cümleyi sindiriniz.
Olmuyor di mi?Normal olan olmaması zaten.Böyle görmüş geçirmiş cümleler yok mu,daha sinir bozucu az şey var yeryüzünde.Bu cümleyi eden bir halt ettiğini düşünüyordur şimdi yattığı yerde.
Hayat teoriden ibaret olsaydı,(ohooooo) ben neler söylerdim.
Pratikte geçerliliği nedir ki bunun?
Sizin de içinizden "bir dahaki sefere kendimi bulursam söylerim" demek gelmiyor mu?Yoksa bir ben miyim anormal?
Bir "sefer" daha var mı sanki?
Akıl kalmamış kimsede,çok açık.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

diyorum ki...

mesafeler örtmüyor tenleri
bahar gelmişse bir de
açılıyor arsızca ne varsa
bir çiçek mesela
pembe ya da mor belki
işte orada duruyor
sunuyor insana kendini
uzaklık kapatmıyor rengini
benim için bekliyor
onun için bakıyorum göğe
yakınlık bu değilse nedir
öyle ki uzatsam dudaklarımı
her yer rengarenk

15 Şubat 2010 Pazartesi

Pembeden türeyelim

Tarifi mümkün olmayan bir şeyler var hayatımın dibinde.Kazıdıkça yaklaşamadığım,birlikte daha da derinleştiğim ve kaybolduğum,manasıyla ilgili ciddi kuşkulara sahip olduğum şeyler.
Biri sensin.
Bilmediğim hikayene dahil olurken,onu özümsüyorum.Bu,benim hayatımda yer alan ne tür bir boşluğun tezahürüdür,bilmiyorum.Bir boşluktan mı doğmuştur ve sürüp gitmektedir,bilmiyorum.Gerçek olanla kurduğum bağ ısrarla seni imgeliyorsa,sen doğru yerde duruyorsun ya da ben doğru yerden bakıyorum.Gerçek olan senden kendi doğrularımı türetiyor,yanlış olandan sıyrılıyorum böylece...
Tasarladığım her şeyle uyum içinde gelişen bir canlı olarak sen,karşımda varlığını düşlerime kanıtlamak istercesine dururken,belleğimde anlamını bulan her suret yolunu şaşırıyor.Sonrası dayanılmaz bir karmaşa...
Dokunabileceğim kadar yakın olduğunda,hayal ettiklerimin gerçek olanla sevişmesine tanık olduğum o anda,seni doğrum kılacak bir çocuk doğsun istiyorum;pembe bir çocuk...

24 Ocak 2010 Pazar

...

Düşüncelerin kurşunlandığı,bombalandığı bir ülkede yaşıyoruz. Halbuki düşünceler ölmüyorlar.Düşünceler sonsuzluğa akıyorlar ; nereye döküldüğü belli olmayan bir nehir gibi...
Biri düşünüyor. Düşündüğünü dile getiriyor ; yazıyor, konuşuyor... Sonra düşünmenin bedeli ölüm oluyor ; oluveriyor ; oldurtuyorlar. Öldüren katil oluyor, değil mi? Yani kurşunu atan ,bombayı patlatan vb. Katil , elle dokunulabilir , gözle görülebilir biri olsa gerek , yani somut.Bazen soyutlaşabiliyor; soyutlaştırabiliyorlar. Takdire şayan bir çabayla görünmez kılınan tüm katillerin elleri her birimize dokunuyor.Gazetelerde, televizyonda, kitaplarda, sokaklarda... Çocuklarımıza dokunuyorlar yeni katiller yaratmak üzere. Onlarla yaşıyoruz; onlarla büyüyoruz.Yeterince korkunç ,değil mi? Henüz değil...
Daha korkuncu ne biliyor musunuz?Düşündükleri için öldürülen insanların ölümlerine,kendi düşüncelerine yakınlığı ya da uzaklığı doğrultusunda isyan eden masum bireyler fakat dolaylı katiller görmek.Efenim ne münasebet demeyin.Bir güzellik yapın da düşünerek hareket edin bir kez olsun.Önce şuna karar verin.İtiraz ettiğiniz şey tam olarak ne?Düşüncelerini dile getirdiği için birinin öldürülmesi mi ,yoksa sizin gibi ya da size benzer düşündüğü için birinin öldürülmesi mi?Olması gereken,insana yakışan, ilk söylediğim şeye bir itirazınızın olmasıdır.Sizi,bir düşünürün katili olan iradeden ayıran yer tam olarak orasıdır.Yalnızca ikinci olarak söylediğim şeye bir itirazınız varsa aramızda dolaşan soyut katil figürlerine ne kadar yakın olduğunuzu irdeleyin derim.
Mesele, kurşun sıkmakta,bomba patlatmakta vs. değil sadece.Ne burda bitiyor,ne de burda başlıyor.Daha derinlerde,her birimizin vicdanında saklı.Bebeklerden katil yaratan zihniyetlerden arınabilmemiz ancak vicdanının sesini dinleyen bireyler oldukça mümkün.
Düşünceleri yüzünden öldürülmüş beyinleri ,kendi düşüncelerinin kalıpları sınırlarınca ananlara ,kendi düşünce sınırlarına uygunlukları nasibince onların katillerini yargılayanlara,böylece o ölümleri nasıl da meşrulaştırdıklarını farkedemeyenlere üzülüyorum.
Sonuç olarak bugün "24 Ocak'ta ne olmuştu?" diyorum;tıpkı 19 Ocak'ta diyebildiğim gibi...

21 Ocak 2010 Perşembe

Eksik Günler

Geriye ne kadar kaldı bizden
Ne kadar kaldık ki
Eksiltirler bizi yarından
Zamansız yalnızlığın sebebi
Hangi gerçeğin temsili
Elimizde var olan
Bir denklem bilinmeyenli
Belirsiz gecikenler
Net değil yetişebildiklerim
Ve bir mucize şimdi
Çıkarmak sensizliği andan
Kalanlar bizim
Benle senin
Ben ve senin
Ben, senin.

19 Ocak 2010 Salı

Katili tanıyoruz;adalet istiyoruz

Hrant Dink'in katledilişinin üzerinden 3 yıl geçti.Zaman,hala adaletin aleyhine işlemeye devam ediyor.Adaletin geciktiği her gün,Hrant Dink,bir kez daha vuruluyor;bir kez daha uzanıyor kaldırıma kalkmamak üzere...

Gelinen noktaya dönüp baktığımızda tetiği çektirten iradenin ortaya çıkmasına engel olmaya çalışanları görüyoruz;hatta aşikar olarak ortada olanların üstlerinin nasıl örtüldüğüne tanıklık ediyoruz.Haliyle hukuk hiçbirimizin vicdanına dokunamıyor.Acı her geçen gün daha da katlanılmaz hale geliyor.

19 Ocak 2010.Kültür Başkenti eşşiz İstanbul'un sokaklarından birinde hala bir ceset yatıyor.Tedirgin ruhu kalkamıyor kanlı kaldırımdan.O'nun orada olduğunu bilenler ses vermek için gidiyorlar yanına.O'nun sesi oluyorlar hep birlikte."Adalet için;Hrant için" diyorlar.Katili tanıdıklarını haykırıyorlar.

Katili tanıyoruz.Bu ülkede,düşünen insanların ölüm fermanını yazanların kimlikleri ortaya çıkarılmadıkça,daha nice beyaz bereliler tanıyacağımızı biliyoruz.Aramıza karıştıklarında bir "kahraman" gibi karşılanacak canilerin,"neferlik" hikayelerine kıymet takdir edilmesini istemiyoruz.Dayanamıyoruz.İşlemeyen adaletin gebe olduğu cinayetleri görüyoruz;korkuyoruz.

19 Ocak 2010.Rakel Dink'i görüyorum."Hangi karanlık unutturabilir sevgilim?" diyen titrek sesi kulağıma geliyor.İçim acıyor yine...

Adaletin geciktiği her gün koku yayılıyor;farkında mısınız?Koca bir ülke ceset kokuyor.

3 Ocak 2010 Pazar

Avatar üzerine...

İnsanın adım attığı yeri talan etme,farklı olan ne varsa kendine benzetme çabasına fantastik kahramanlar aracılığıyla büyüleyici bir bakış atmak için Avatar...

İçinden geçtiğimiz zamanda başkalarının hayat alanlarını işgal etmek üzerine kurulan politikaları,bu politikalarla beraber gelen talan etme güdüsünü,yerin yüzünü eskitmek için daimi olan insan çabasını görmek için üstün bir varlık olmanın gerekmediği aşikar olsa da,James Cameron;görmemekte,görüp de bilmemekte,bilip de konuşmamakta ısrar eden herkese yarattığı insan üstü varlıkları aracılığıyla okkalı bir mesaj gönderiyor;görünür kılıyor görülmesi gerekeni.
Büyüleyici bir gezegende,renkli karekterlerin yanında ve konuşan doğanın içinde buluyorsunuz kendinizi.Size benzeyenlerin nefes alınabilen yeni bir yer keşfetmenin verdiği şevkle ve anlamsız devlet çıkarları uğruna neler yapabildiğine tanık oluyorsunuz;kanınız donuyor.Mücadelesini haklı kılmak adına sebep üretip sonra o sebebe inananları anımsıyorsunuz;yaratılan "düşmanları"...Öyle ürkütüyor ki sizi size dair olan ne varsa, "ötekine" sarılmak arzusu geliyor gitmemecesine.Eğer hala tohumunuza katılmış olan insanlığa dair birşeyler hatırınızdaysa Pandora'ya yakın hissediyorsunuz.Naviler'in mücadelesi buralarda insanlık tohumlarını yeşertebilmiş olanların dertleriyle eşleşiyor.Yeryüzünde dönüşüm yaşanıyor maviye doğru..
Efenim sonunda huzura kavuşuyor bu mavi dev yaratıklar.Pandora bir insan kazanıyor nihayetinde ya da bir insan Pandora'yı kazanıyor.Haset etmiyorsunuz;bir nevi tatmin oluyorsunuz gibi gibi..
Sonra ışıklar yanıyor yavaş yavaş...
Dünya'ya iniş bu,belli...
Gözlerinizi açtığınızda birkaç mavi adam görüyorsunuz.
Ellerinize bakıyorsunuz hızlıca...
Ya mavisiniz ya da boşverin...

1 Ocak 2010 Cuma

bırak ruhun düşe dalsın


bir hikayeden yürürken gerçekliğe
ardında sayısız düşü alıyorsun nefesine
bilinene dair ne varsa katıyorsun kendine
peşinde sahipsiz sokağın dili
bilinmeyenleri susturuyorsun gizlice
soluksuz kalanların öyküsü gibi
şehrin kalbini durduruyorsun sen de
uykudan uyanıyor tüm caddeleri
tıpkı onlar gibi benzer kelimelerle
şehrin kalbini kırıyorsun sen de
aklına yol verirken boğuyorsun kendini
düşlerinin tanıdık suretleriyle
soluksuz kalanların öyküsü gibi
şehrin ellerine basıyorsun sen de
tedirgin ediyorsun kuytudaki delileri


adımların hızlanıyor gitgide
farkında olanların bilindik sesi
takip ediyor hayallerindeki izi
dönüşlerin hızlanıyor böylece
şehrin içini bulandırıyorsun sen de


bir hikayeden varırken gerçekliğe
ardında sayısız ölü katıyorsun kente
düne dair ne varsa özlüyorsun bir gece
peşinde sahipsiz sokağın dili
bilinenleri susturuyorsun gizlice
hayatta kalanların öyküsü gibi
şehrin sesini duyuyorsun sen de
gerçeğe son verirken buluyorsun kendini
hayallerin tanıdık gücüyle
hayatta kalanların öyküsü gibi
şehrin renklerini görüyorsun sen de
bırakıyorsun nefesindeki düşleri geri