Bazen her şey alabildiğine açık olmasına rağmen ya kabul etmek istemediğimizden ya da reddetmekten korktuğumuzdan,anladığımız şeyleri yüksek sesle söyleyemeyiz.Malumu ilan etmekten kaçınan ses tellerimiz sözcükleri sessiz bir boşluğa bırakırken, bünyemiz gürültülü bir ağırlık hisseder derinlerde.
Sessizlik ve zamanın uyumlu birlikteliği sinir bozucu ve kontrol edilemez bir hal almaya başladıktan sonra,harfler sesli kelimelere dönüşmek üzere harekete geçerlerken,ruhumuza eşlik eden melodiler kakofonik bir hal alırlar.Rahatsızlığımızın bünyeden ayrılıp çevreyi taciz etmeye hazırlandığı bu evreye anlamlı cümlelere dönüşmeyi bekleyen binlerce şuursuz kelime eşlik eder.Bu şuursuz silahşörlerin galeyana gelerek beklenmedik leşler yaratmasından korkarak geçirdiğimiz onca uslu ve bir o kadar da puslu zamanı sona erdirmeye karar veren iç sesimiz öldürücü sorularını ateşlemeye başlar.Her soru bir yenisini doğururken ıssız ruh dünyamız bir panayır alanına dönüşüverir.Kargaşa öylesine büyür ki yanıtları bulamayız;hatta bildiklerimizi de kaybederiz.Bir süre sonra soruların cevaplanmamış olabileceğini düşünmek yerine, cevapları verebilecek kişiyi ortadan kaldırdığımıza inanmaya başlarız.Vicdanımız ruhumuza,var olmayan bir ölünün faili sıfatını yakıştırdığında,var olan gerçeklerimizi de yeniden sessizliğe emanet eder.
Bildiklerimiz de,bilmediklerimiz de hala yaşayan bir ölümlünün dudaklarında boşluğa savrulurken;ruhumuz,işlenmeyen bir cinayetin sorumlusu olarak sonsuza kadar kapalı anlamlara mahkum edilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder