8 Eylül 2009 Salı

bir dost tavsiyesi

Bugün bir dostumun aracılığıyla keşfettiğim bir sesten bahsetmek istiyorum sizlere;Jehan Barbur'dan.
Öyle sakin,öyle huzur verici bir ses ki dostumun uzun bir süredir ısrarla adını zikrediyor oluşunu şimdi anlayabiliyorum.Şarkılarının sözleri oldukça derin;insana kör kuyuların dibindeymiş hissiyatını verebilecek kadar derin...Jehan gibi kendine özgü,bir şeye benzemekten ya da benzetilmekten uzak tutabildiğim her şeyi çok değerli buluyorum.Her ne kadar sakat bir düşünce olsa da şarkıları dinlerken bu sözleri yazmış olmayı isterdim diye hayıflandığımı itiraf ediyorum;o kadar dokundu ruhuma,tercüman oldu toparlayamadığım öyküme...
Sözün özü,beni Jehan Barbur'la tanıştıran dostuma teşekkür ediyorum ve sizin bu yazıdan çıkarmanız gereken sonucu algılamış olduğunuzu düşünerek,fazladan gevezelik etmeden noktayı Jehan Barbur'dan küçük bir alıntı ile koyuyorum:


"kalabalık bir sokak belki hayat / sen her köşe başı"




3 Eylül 2009 Perşembe

deliliğe bir övgü de benden



Gecikmeli olsa da,"şizofren" şovalye olarak tanıdığım Don Kişotla tanıştım.
Acayip kıskandım bu adamı;cesaretini,tutkusunu,hayalperestliğini,aklını...
Hayatını düşlerine değişmeyen eşsiz bir kahramanın, "deli" addedilmek pahasına,insanları kurgusuna dahil etme çabasına imrendim.Keşke her birimiz hayallerimizin peşinden gidebilecek kadar akıllı olabilseydik diye düşünmeden edemedim.Düşünsenize,bir sabah dünyayı kötülüklerden arındırmak üzere gönderilen bir peri olduğuma inanarak uyansam epey eğlenceli olurdu yahu! Toplum içinde şu anki konumumdan farklı bir yerde olacağımı da hiç sanmıyorum;sanmıyorum çünkü yeterince mantıklı konuşurken de anlattığım birçok şey herkese yeterince toz pembe ve bir hayal kahramanının kurgusu kadar inandırıcılıktan uzak geliyor.Hem bu delilik dediğimiz tam olarak ne ben çözemedim.Kime deli diyoruz yani?Asık suratlı hükümetleri ciddiye almayanlara mı;doğaya hakettiği değeri verenlere mi;fazla gülenlere veya fazla ağlayanlara mı;aşka inanalara mı;silahların sustuğu,çocukların tutuklanmadığı bir ülke hayal edenlere mi;radyo dinlemeye devam edenlere mi;anlaşılmak istemeyenlere mi?...Bu arada şunu da belirteyim değerli okuyucu,her geçen gün bu delilik kuyusu derinleşiyor;yani yelpaze genişliyor.Sonuç olarak dünyaya farklı bir pencereden bakanlar yani ekranın ayarıyla oynayanlar "deliler" sanıyorum;özellikle antenle oynarken,ekranın netliğini akıl küplerine göstermeye çalışanlar yok mu? "Vahh!! "diyorum onların hallerine...
Bu bahsettiklerim dil çıkarmayanlar;yani aranızda dolaşabilenler,görünürde "normal" olanlar.Geçirecekleri evrim onları nasıl bir kalıba dönüştürür bilemiyorum.


Diyeceğim şudur ki bir peri olarak kendimi afişe ettiğimde,içimdeki deliyi görünür kılmaktan ve aranıza karışamayacak kadar cesur davranmaktan başka bir şey yapmış olmayacağıma göre bir problem yok.Aksine artıları var bu atılımın;bir periyi kendinize benzetmeye çalışmazsınız hiç değilse...


Kıs kıs gülmeyin akıl küpleri,ben ciddiyim.


Don Kişot'un kemiklerini sızlatmak pahasına yazdıklarımı noktalarken,düşlerini rota edinen her kahramana saygılarımı sunuyorum.

1 Eylül 2009 Salı

dört ayaklı gölge

..Ve sonra bir banka oturduk.
Yanına oturduğum o an fazlasıyla gürültülüydü aslında;
senin sessizliğinin gürültüsüydü duyulan.
Bank yeterince büyüktü;
büyüktü büyük olmasına ama uzaklaşmamıştık.
Kararmış gökyüzünün altında,
ayakları yeryüzüne basmayan dört ayaklı bir yaratık gibi görünüyordu gölgemiz...
Yüzüne bakmaya korkuyordum;
sense beni izliyordun.
Yıldızların ihtişamının beni nasıl da sarhoş ettiğini anlatıyordum soluk almadan;
sense gülümsüyordun.
Kolunu uzattın bilinmeyene doğru.
Seni orada bekliyordum.
Bir kere olsun düşünmeyi bırakmayı,anın içinde kaybolmayı,
kendime izin vermeyi öylesine istiyordum ki...
Ama korku hakimdi yeryüzüne;korku çağımdaydım.
Seni sevdiğimi anlatmaya başlasam eksik kalmasından korkuyordum.
Sana baksam gerçeği görmekten ve anlamsız hale gelmekten korkuyordum.
Seni duymaktan;seni duyamamaktan korkuyordum.
Seni anlayamamaktan,kendimi ise anlatamamaktan korkuyordum...
Bana dair tek gerçek buydu işte.
Bu kadar basitti ruhumun örgüsü;hayatımın kurgusu.
O gün,beni öylece bıraktığın ilk gündü;
doğaya gölgemizi sunduğumuz son gün...
Üzerinden yıllar geçti.Ne değişti dersin?
Sanırım çok şey ama aynı zamanda hiçbir şey.
Şimdi yalnız gölgemden korkuyorum;

yani sensiz olandan...