3 Nisan 2013 Çarşamba

kadınlık üzerine

bir kadının gözyaşı
kara delik gibi düştüğü yerde
öyle koyu
öylesine koyu ki
yüzünün beyazlığından utanmasa 
tüm evreni alır içine

5 Ocak 2013 Cumartesi

trajedi


Unutmak diyorum kendi kendime
Tanrı'nın bedduası olabilir insana
karış karış gezdiğim yüzünde dolaşırken bir başkası
pusulası duduklarımsa
ve aslında her birliktelik
izleri takip etmekte yeteneksiz bir ırkın
trajedisinden ibaretse eğer
ve bunca kalabalıkken bir sandığımız her beden
ısrarlı methiyeler düzülüyorsa tüm birleşmelere
bilinemiyorsa yalnızlığa karşı bir olmanın imkansızlığı
Tanrım diyorum
ne büyük bir yanılsama yalnızlık
ne büyük bir yanılsama

10 Aralık 2012 Pazartesi

öyle.

tanıdık olmayan kalp atışlarının sebebi; bir başkasının hayat damarlarına bağladığın hayatın.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

yüzünün sureti artık bu şehir
her şey birbirine benzer
ve aslını inkar eden bir sen saklı
benzersizliğinden türeyen sokaklarında
yürüdükçe bulunmuyorsun
herkes biraz seni taşıyor
sevilmeyi hak eden yerinde
ve gizli yansımaların aslı
kimse aynasında görmesin kendini diye
yalnızca benim bildiğim bir sır
arkasına seni alıyor
ışığıyla karartıyor geri kalanı
özledikçe çoğalıyorsun..








27 Ocak 2012 Cuma

.

bulduğumuzu kaybediyorsak, yalnızca aradığımızı kazanıyoruz; daima kaybettiğimizi arıyorsak, belki de hiç kaybetmiyoruz.

8 Ekim 2011 Cumartesi

Döngü

Zaman kısır bir kadın gibi
doğmayacak anları düşünde
dünüyle sevişiyor doludizgin
yarını yeniden tanımlamak istercesine
halbuki kan kaybediyor her saniye
ve ben düşünüyorum
bir özlem ne kadar haklı olabilir ki
bir hayatla kıyaslandığında
nedir ki bir özlem
hiç döllenmeyecek bir dünden başka


1 Ekim 2011 Cumartesi

Özgürlüğümüzün sınırına selam olsun...

Gün geçmiyor ki abes birtakım haberlerle karşılaşmayalım. "Hayırlı" bir şeylerden bahsetmek için eline kalem almayı özlüyor insan malum sınırlarımız içinde. Güzide ülkemizin neresinden tutsak elimize, kolumuza, dilimize bir saçmalık bulaşıyor. Konuştukça azalır sanıyoruz ve  her defasında susmama hakkımızı sonuna kadar kullanmakta diretiyoruz. Sonuç ise kısır döngü. Karşı karşıya kaldığımız durumların, küresel devinimin tersine doğru ısrarlı hareket ettiğini fark etmek enteresan bir tecrübe oluyor ve böylelikle kafamızda yer etmiş üç beş fizik kuralını da unutmaya meylediyoruz. 

Bir karikatüristin çizgisi sebebiyle cezalandırılma tehlikesiyle karşı karşı kalmasından mı yakınayım; bir çevirmenin ve çevrilen kitabı yayınlayan bir yayınevinin maruz kaldığı ürkütücü hukuk sisteminden mi, bu sistemi yaratanlardan mı, taşıyanlardan mı, ayakta tutanlardan mı?... Hangisinin daha korkunç olduğunu idrak etme çabası bile oldukça yorucu görünüyor. Mütemadiyen yanlış bir şeyler türetmeye programlı bu mekanizmaların herhangi birinin, bir diğerinin altında kalabilecek kadar doğruyu taşıma yetisine sahip olabileceğine ihtimal dahi vermiyorum. Olanları akılla açıklamak mümkün olsa, mantığımdaki boşlukları doldurmaları için gerekli alet ve edevatı temin etmeyi isterdim. Ancak ne yazık ki bu hiç olası görünmüyor...

Çizimi toplumumuzun "hassas" noktalarına temas etti diye rahatsız edilen bir çizerin, kaleminin elinden alınmamasını özgürlükmüş gibi addederek kendi dar zihin kalıplarına uygun tanımlamalar geliştiren vatandaşlar, savcılar, hakimler, bürokratlar veya politikacılar bu zihniyetle ne kadar nefes alabileceğimizi düşünüyorlar acaba? Bir kitabı çeviren kişinin ve onu okuyucularıyla buluşturan yayınevinin "müstehcenlik" kisvesi altında sokulmak istendiği kalıba ne denebilir ki? Bir yazarın, çizerin, müzisyenin, çevirmenin işini yaparken ensesinde bir gölge hissetmesine vesile oluyor bu vb. durumlar. Özünde ifade özgürlüğünün, bilgi edinme hakkının ne derece sınırlandığının açık kanıtı açılan soruşturmalar. 

Yapılan şikayetleri geçtim, -sunulan herhangi bir şeyden herkesin mutlak memnuniyet duymasını bekleyemezsiniz çünkü- asıl olarak şikayetler üzerine durumu kamu düzenini etkileyecek kadar ciddi ve tehlikeli bulan savcıların içinde bulunduğu ruh halini merak ediyorum. Sonrasında ise düzenlenen bu iddianameleri kabul eden ve korku imparatorluğunun inşasına yardımcı olan hakimlerin ne tür bir zihniyetin ürünü olduğunu çözmeye çalışıyorum. Dönüp dolaşıp bir kelimeye çarpıyorum : Muhafazakarlık. Farklılıkları törpüleyerek benzer kılma güdüsünün orijini bu kelimenin kalbinde yatıyor. Ancak içinde bulunduğumuz dönemlerde bu çok daha samimiyetsiz bir hal alıyor. Şöyle ki; muhafazakar kesim, özgürlüğü, demokrasiyi, insan haklarını dilinden düşürmüyor ve yapılan bunca yanlış, tanımları yolundan çıkarılmış, saptırılmış onca mühim kelime eşliğinde devam ettikçe daha da sinir bozucu bir hal alıyor. 

Her birimizin artık bulunduğumuz yerden daha geriye götürecek yeni duvarlara ve eski duvarları koruyucu tabulara değil, önümüzdeki duvarları da açacak yıkıcı araçlara ihtiyacı var. Özgürlüğün sınırları, sözü geçen birilerinin sınırlı özgürlük anlayışları baz alınarak belirlenmeye devam ettikçe ise bu çok zor görünüyor. Muktedirlerin borusunun öttüğü bir sistem, ne yazık ki  bir arada yaşamayı zorlaştırmaktan başka hiçbir şey yapamıyor.