1 Ekim 2011 Cumartesi

Özgürlüğümüzün sınırına selam olsun...

Gün geçmiyor ki abes birtakım haberlerle karşılaşmayalım. "Hayırlı" bir şeylerden bahsetmek için eline kalem almayı özlüyor insan malum sınırlarımız içinde. Güzide ülkemizin neresinden tutsak elimize, kolumuza, dilimize bir saçmalık bulaşıyor. Konuştukça azalır sanıyoruz ve  her defasında susmama hakkımızı sonuna kadar kullanmakta diretiyoruz. Sonuç ise kısır döngü. Karşı karşıya kaldığımız durumların, küresel devinimin tersine doğru ısrarlı hareket ettiğini fark etmek enteresan bir tecrübe oluyor ve böylelikle kafamızda yer etmiş üç beş fizik kuralını da unutmaya meylediyoruz. 

Bir karikatüristin çizgisi sebebiyle cezalandırılma tehlikesiyle karşı karşı kalmasından mı yakınayım; bir çevirmenin ve çevrilen kitabı yayınlayan bir yayınevinin maruz kaldığı ürkütücü hukuk sisteminden mi, bu sistemi yaratanlardan mı, taşıyanlardan mı, ayakta tutanlardan mı?... Hangisinin daha korkunç olduğunu idrak etme çabası bile oldukça yorucu görünüyor. Mütemadiyen yanlış bir şeyler türetmeye programlı bu mekanizmaların herhangi birinin, bir diğerinin altında kalabilecek kadar doğruyu taşıma yetisine sahip olabileceğine ihtimal dahi vermiyorum. Olanları akılla açıklamak mümkün olsa, mantığımdaki boşlukları doldurmaları için gerekli alet ve edevatı temin etmeyi isterdim. Ancak ne yazık ki bu hiç olası görünmüyor...

Çizimi toplumumuzun "hassas" noktalarına temas etti diye rahatsız edilen bir çizerin, kaleminin elinden alınmamasını özgürlükmüş gibi addederek kendi dar zihin kalıplarına uygun tanımlamalar geliştiren vatandaşlar, savcılar, hakimler, bürokratlar veya politikacılar bu zihniyetle ne kadar nefes alabileceğimizi düşünüyorlar acaba? Bir kitabı çeviren kişinin ve onu okuyucularıyla buluşturan yayınevinin "müstehcenlik" kisvesi altında sokulmak istendiği kalıba ne denebilir ki? Bir yazarın, çizerin, müzisyenin, çevirmenin işini yaparken ensesinde bir gölge hissetmesine vesile oluyor bu vb. durumlar. Özünde ifade özgürlüğünün, bilgi edinme hakkının ne derece sınırlandığının açık kanıtı açılan soruşturmalar. 

Yapılan şikayetleri geçtim, -sunulan herhangi bir şeyden herkesin mutlak memnuniyet duymasını bekleyemezsiniz çünkü- asıl olarak şikayetler üzerine durumu kamu düzenini etkileyecek kadar ciddi ve tehlikeli bulan savcıların içinde bulunduğu ruh halini merak ediyorum. Sonrasında ise düzenlenen bu iddianameleri kabul eden ve korku imparatorluğunun inşasına yardımcı olan hakimlerin ne tür bir zihniyetin ürünü olduğunu çözmeye çalışıyorum. Dönüp dolaşıp bir kelimeye çarpıyorum : Muhafazakarlık. Farklılıkları törpüleyerek benzer kılma güdüsünün orijini bu kelimenin kalbinde yatıyor. Ancak içinde bulunduğumuz dönemlerde bu çok daha samimiyetsiz bir hal alıyor. Şöyle ki; muhafazakar kesim, özgürlüğü, demokrasiyi, insan haklarını dilinden düşürmüyor ve yapılan bunca yanlış, tanımları yolundan çıkarılmış, saptırılmış onca mühim kelime eşliğinde devam ettikçe daha da sinir bozucu bir hal alıyor. 

Her birimizin artık bulunduğumuz yerden daha geriye götürecek yeni duvarlara ve eski duvarları koruyucu tabulara değil, önümüzdeki duvarları da açacak yıkıcı araçlara ihtiyacı var. Özgürlüğün sınırları, sözü geçen birilerinin sınırlı özgürlük anlayışları baz alınarak belirlenmeye devam ettikçe ise bu çok zor görünüyor. Muktedirlerin borusunun öttüğü bir sistem, ne yazık ki  bir arada yaşamayı zorlaştırmaktan başka hiçbir şey yapamıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder